BZMFRM,Oyun Arşivi,Program Arşivi,Online Oyunlar,Knight,Metin2,CS,Ödev Arşivi,Online,Slayt,İndir
Merhaba Ziyaretçi,
Formumuza Hala Kayıt Olmadınmı?
Formumuzdan Faydalanmak İstemezmisin?
Forumda Bilgi Paylaşımı Yapmak İstemezmisin?
Moderatorlermize Ödevlerin Hakkında Soru Sormak İstemesmisin?
Tabiki İstersin O zaman Ne Duruyorsun Hemen Kayıt Ol ve Bilgilermizden Faydalan..

Rönesans (Renaissance) Dönemi Uyeols10
BZMFRM,Oyun Arşivi,Program Arşivi,Online Oyunlar,Knight,Metin2,CS,Ödev Arşivi,Online,Slayt,İndir
Merhaba Ziyaretçi,
Formumuza Hala Kayıt Olmadınmı?
Formumuzdan Faydalanmak İstemezmisin?
Forumda Bilgi Paylaşımı Yapmak İstemezmisin?
Moderatorlermize Ödevlerin Hakkında Soru Sormak İstemesmisin?
Tabiki İstersin O zaman Ne Duruyorsun Hemen Kayıt Ol ve Bilgilermizden Faydalan..

Rönesans (Renaissance) Dönemi Uyeols10
BZMFRM,Oyun Arşivi,Program Arşivi,Online Oyunlar,Knight,Metin2,CS,Ödev Arşivi,Online,Slayt,İndir
Would you like to react to this message? Create an account in a few clicks or log in to continue.
BZMFRM,Oyun Arşivi,Program Arşivi,Online Oyunlar,Knight,Metin2,CS,Ödev Arşivi,Online,Slayt,İndir


 
AnasayfaAnasayfa  KapıKapı  Latest imagesLatest images  AramaArama  Kayıt OlKayıt Ol  Giriş yap  


 

 Rönesans (Renaissance) Dönemi

Aşağa gitmek 
YazarMesaj


avatar


Kayıt tarihi : 01/01/70
Aktiflik :
Rönesans (Renaissance) Dönemi Left_bar_bleue998 / 999998 / 999Rönesans (Renaissance) Dönemi Right_bar_bleue

Deneyim :
Rönesans (Renaissance) Dönemi Left_bar_bleue998 / 999998 / 999Rönesans (Renaissance) Dönemi Right_bar_bleue

Saygınlık :
Rönesans (Renaissance) Dönemi Left_bar_bleue998 / 999998 / 999Rönesans (Renaissance) Dönemi Right_bar_bleue

Seviye :
Rönesans (Renaissance) Dönemi Left_bar_bleue100 / 100100 / 100Rönesans (Renaissance) Dönemi Right_bar_bleue


Rönesans (Renaissance) Dönemi Empty
MesajKonu: Rönesans (Renaissance) Dönemi   Rönesans (Renaissance) Dönemi EmptyPaz Mart 28, 2010 10:53 am

Rönesans (Renaissance) Dönemi

Geleneksel anlamda Rönesans, Orta Çağ ve Reformasyon arasındaki tarihi
dönem olarak anlaşılır. 15. yüzyıldaki İtalyan Rönesansı batı ile klasik
antikite arasında bağın tekrar kurulmasını sağlamıştır. Arap bilimi
—özellikle matematik— alınmış, deneyselliğe geri dönülmüş, yaşamın önemi
hakkında yoğunlaşılmış (örneğin Rönesans hümanizmi), matbaanın
bulunmasıyla ve sanat, şiir ve mimari'de ortaya çıkan yeni tekniklerle
bilgi yayılabilmiş, böylece radikal bir değişim başlamıştır. Bu çağ uzun
zamandır geriye düşmüş olan Avrupa'nın ticaret ve keşiflerle
yükselişinin öncüsü olmuştur. İtalyan rönesansı bu dönemin başlangıcı
olarak kabul edilir.
Günümüz tarihçileri yukarıdaki tanıma kuşkuyla yaklaşmaktadır.
Kısaca Tarihi
Yeniden doğuş (Rönesans) kelimesi, İtalya'da 1300'lü yıllarda başlayan
sanatsal ve bilimsel gelişmeyi ifade eder, ilk kez İtalyan sanatçı
Giorgio Vasari tarafından Vite'de kullanılmış, 1550 yılında basılmıştır.
Rönesans teriminin kökeni Fransızcadır , Fransız tarihçi Jules Michelet
tarafından kullanılmış, ve İsviçreli tarihçi Jacob Burckhardt
tarafından geliştirilmiştir (1860'larda). Yeniden doğuş iki anlamı
içerir. İlki antik klasik metinlerin tekrar keşfi ve öğrenimi ve sanat
ve bilimdeki uygulamalarının tesbitidir. İkinci olarak bu entellektüel
aktivitelerin sonuçlarının Avrupalılık kültürünü genelde
güçlendirmesidir. Bu yüzden Rönesans'tan bahsederken iki farklı fakat
anlamlı yoldan söz edilebilir: Klasik öğrenmenin ve bilimin antik
metinlerin takrardan keşfiyle yeniden doğması ve genel anlamda bir
Avrupalılık kültürünün yeniden doğuşu. Raphael Sanzio ve Michelangelo
gibi birçok ressam mevcuttur.


[size=9]Raphael, Peri Galateia, 1512-1514
dolayları
Fresko 295x225 cm Villa Farnesina, Roma


Rönesans ortaçağ ile yeniçağ arasında
(özellikle 17. yüzyıla kadar) yaşanmış olan bir geçiş dönemidir. Yeniden
uyanış, yeniden doğuş anlamında kullanılan bir isimlendirme bu çağ için
çok uygundur. Çünkü bu çağ her bakımdan yepyeni düşünce ve
yaklaşımların, anlayış ve uygulamaların (Sanat, felsefe, din konuları
üzerinde) ortaya konduğu ve yepyeni bir insan olgusunun tarih sahnesine
çıktığı çağdır.
Rönesans bir yeniden yapılanma hareketi olmasına karşın hemen hemen
işlediği bütün konu ve sorunlarda Antik çağ felsefesini temel ve örnek
almış, onu yeniden inceleyip, değerlendirmiştir. Antik çağ felsefesinden
çok şey öğrenmiş, bu felsefe ile pişmiş ve sonraları kendinden de
öğeler katarak geliştirmiş ve kendisinden sonraki 17. yüzyıl ve yeniçağ
felsefesinin hizmetine sunmuştur. Böylece de bugün bile geçerli olan
modern insan kavramının yaratıcısı olmuştur.
Aslında Rönesans akımını Antik çağ felsefe ve kültürünün ve
otoritelerinin tekrar canlandırılıp, taklit edilmesi olarak kabul etmek
de tam doğru değildir. Bu yaklaşım yanlış olmasa bile ancak çok dar
kapsamlı bir yaklaşım olabilir. Çünkü Rönesans oluşumu çok daha geniş ve
temelli bir oluşumdur.
Bu çağın insanı düşünen, kendine dönük, kendini inceleyen, soran,
yargılayan ve kendi öz yargılarını özgürce ortaya koyan insandır.
Kendini bütün dogmalardan ve ön yargılardan arındırma yolundadır. Aklını
kullanır, aklını kendine kılavuz bilir. Bu olguyu daha somut bir
şekilde açıklayabilmek için Rönesans‘ı ortaçağ ile karşılaştırmakta
fayda var.



•Ortaçağ’
da insan yaşam ve kültürünü düzenleyen hiristiyan dini ve onun
yöneticisi olan katolik kilisesidir. Kilise her konuda mutlak
otoritedir. Onun düşünce ve inançları kutsaldır ve üzerlerinde
tartışılması bile olası değildir. Ortaçağ filozof ve düşünürüne düşen
görev kilise öğretisini (skolastik öğreti) mantıksal bir takım oyunlarla
temellendirmek ve savunmaktır.
Buna karşılık Rönesans’ın ana eğilimi kendini her türlü bağlılıktan
sıyırmak, kendini özgürce incelemektir. Rönesans insanı doğa ve yaşam
üzerindeki gerçekleri arar ve bu gerçeklere yalnızca akıl ve deney yolu
ile ulaşmaya çalışır.


•Ortaçağ skolastik felsefesi
tamamen kiliseye bağlı ve bütün hiristiyan alemini bir şemsiye gibi
saran ve bütün bu alem içinde etkili olan bir felsefedir. Yalnızca
Latince ile işlenir. Ana teması hiristiyan inançlarının savunulup,
temellendirilmesidir. Bu felsefede çeşitli ırklar ve uluslar yoktur,
yalnızca hiristiyan alemi vardır.
Rönesans felsefesi ise karşımıza artık kendi ulusunun karakterleri ve
özellikleri ile çıkar, yaptıklarını kendi ulusal dilinde verir.
Konuları çeşitlilik kazanmış ve ön yargılardan, doğmalardan
sıyrılmıştır, doğruları kendi öz yargıları ve gözlemleri ile arar.

•Ortaçağ düşünür ve
filozoflarının tamamı din adamı, yani hiristiyan kilisesinin
hizmetkarlarıdır. Rönesans düşünür ve filozofları ise yazarlar,
araştırmacılar ve üniversite öğrencileridir.


•Ortaçağ insanının belirmiş bir
kişiliği yoktur. Ondan beklenen ödev tanrının buyruklarına itaat
etmektir. Bu dünyanın nimetlerine yüz çevirmek, kendini öteki dünya
nimetlerine layık hale getirmektir. Rönesans insanı ise kişiliğini
arayan, soran, araştıran, benliğinin bütün canlılığını ortaya koyan
kişiliği ve özelliği olan bir bireydir, individualisttir.
Rönesans Avrupa kültür tarihinde yaşanmış olan bir çağdır. Avrupa
kültürüne özgü ve ona ait olan bir oluşumdur. Hatta bu kültüründe
Latin-German yelpazesinin bir eseridir.
Başlangıcı ve ilk filizleri İtalya’da oluşmuş, sonraları Fransa,
Almanya, Hollanda ve İngiltere gibi diğer Avrupa ülkelerine yayılmıştır.
Bizans ırk ve kültürünün temsilcileri olan İskandinav dünyası bu
oluşuma pek katkıda bulunamamış, fakat benimsemiş ve ona uymuştur.

Rönesans ‘ın başlangıcı olarak
genellikle 1453 (İstanbul’un Fethi) veya 1517 (Reformation’ un
başlaması) yılları kabul edilmektedir. Bu tarihler kesin değildirler ve
yalnızca çağlar içinde bir sayısal değer ifade ederler. Çünkü daha
14.üncü yüzyılda bile Rönesans oluşumunun belirtileri tarih sahnesinde
görülmeye başlanmıştır.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek


avatar


Kayıt tarihi : 01/01/70
Aktiflik :
Rönesans (Renaissance) Dönemi Left_bar_bleue998 / 999998 / 999Rönesans (Renaissance) Dönemi Right_bar_bleue

Deneyim :
Rönesans (Renaissance) Dönemi Left_bar_bleue998 / 999998 / 999Rönesans (Renaissance) Dönemi Right_bar_bleue

Saygınlık :
Rönesans (Renaissance) Dönemi Left_bar_bleue998 / 999998 / 999Rönesans (Renaissance) Dönemi Right_bar_bleue

Seviye :
Rönesans (Renaissance) Dönemi Left_bar_bleue100 / 100100 / 100Rönesans (Renaissance) Dönemi Right_bar_bleue


Rönesans (Renaissance) Dönemi Empty
MesajKonu: Geri: Rönesans (Renaissance) Dönemi   Rönesans (Renaissance) Dönemi EmptyPaz Mart 28, 2010 10:53 am

İTALYA’DA RÖNESANS SANATI


Nurhan Atasoy - Uşun Tükel

Rönesans,
sanat ve kültürle ilgilenen herkesin sık sık karışlaştığı sözcüklerden
biridir. ıtalyanca rinascimento sözcüğünden kaynaklanan bu terim,
dilimizde “yeniden doğuş” anlamına geliyor. Rönesans genelde, 14-16.
yüzyıllarda ıtalya’da klasik modellerin etkisi ile sanat ve yazın
alanındaki canlanış olarak tanımlanır. Daha 1550’de, sanat
tarihçiliğinin öncüsü sayılan Giorgio Vasari (1511-1574), sanat
alanındaki bu canlanışı tanımlamak için “rinascita” sözcüğünü
kullanmıştır. Ama deyim bugünkü anlamda kullanımını, büyük oranda Jacob
Burchardt’ın ilk kez 1860’da basılan “ıtalya’da Rönesans Kültürü” adlı
yapıtına borçludur. Rönesans, Burchardt’ın da değindiği gibi, ıtalya’da
yalnız sanat alanında görülmez; sosyal yaşantının bütün dallarındaki
hareketliliği, canlanışı içerir.
Rönesans günümüzde klasik Avrupa sanatını başlatan dönem olarak
benimseniyor. 15. yüzyıla değin Avrupa’da Ortaçağ’ın sembolik dünya
görünüşü egemendi. Soyut, tartışmaya kapalı bir düşünce sistemi söz
konusuydu. Bu durum, doğal olarak sanata da yansımıştı. Daha çok Kutsal
Kitap’tan alınan konular, şemalara bağlı ve sembolik bir dille
anlatılıyordu. Daha da önemlisi, Ortaçağ’ın sanat dalları arasında Güzel
Sanatlar diye adlandırdığımız resim, heykel ve mimari yer almıyordu.
Ortaçağ’ın “Yedi Sanat”ını (Trivium ve Quadrivium) Diyalektik (mantık),
Gramer, Retorik (söylev sanatı) ve Aritmetik, Geometri, Astronomi,
Armoni (genel anlamda müzik sanatı) oluşturmaktaydı. Resim ve heykel ise
zanaatla ilgili görülüyor, bu alanlarda çalüşanlar da zanaatçı olarak
adlandırılıyordu.
15. yüzyıldan itibaren ise düşünce alanında, ılkçağ anlayışının etkileri
görülmeye başlanır. Büyük düşünürlerin yapıtları ıtalyancaya çevrilir,
ılkçağ mitolojisindeki öyküler Hıristiyanlığa uyarlanır. Bu arada resim,
heykel ve mimari, yapılan kuramsal çalışmaların da etkisiyle sanat
niteliği kazanmaya başlar. ılkçağ felsefesinin de etkisiyle, insanı
“Küçük evren” (micro cosmos) olarak gören hümanist anlayış gelişir. Bu
değişim, ekonomik bir temele de dayanmaktadır. Zenginleşen kent
dükalıklarında klasik sanat eğitimi görmüş patronların egemenliği,
Rönesans’ın oluşmasında hayli etkili olmuştur. Özellikle Rönesans’ın
beşiği Floransa’daki Medici ailesi, sanatın en büyük koruyucusuydu.
Çeşitli alanlarda pek çok sanatçıyı barındıran Floransa, bir bankerlik
merkezi haline gelirken kuzeyde Venedik de özellikle doğuya açık deniz
ticaretinin en önemli limanı olmuştu. Sanatsever prenslerin de
desteğiyle sanatçılara tüm olanaklar sağlanıyor, Roma’da ılkçağ
kalıntıları üstüne kazılar yapılıyordu. Bu kazılarda çıkan buluntular
prenslerin saraylarında sergileniyor, sanatçılar bunlardan
yararlanıyorlar, ılkçağ’daki oranlar ve düzenler konusunda çalışmalar
yapıyorlardı. Euclid’den beri bilinen “Altın kesim”, 15. yüzyılda sanat
yapıtlarının temel ilkesi durumundaydı.
Rönesans’la birlikte önemli bir gelişmeye daha tanık oluruz. Ortaçağ’da
zanaatçı olarak görülen ressam, heykeltraş ve mimarlar bu dönemde
sanatlarıyla ilgili kuramsal çalışmalar da yapmaya başlarlar. Hemen
bütün büyük Rönesans ustaları aynı zamanda büyük birer kuramcıdırlar
desek, pek abartmış olmayız. Bunlardan biri de mimaride oran ve
perspektif konusunda araştırmalar yapan Philippo Brunelleschi’dir
(1377-1446). Sanatçının Floransa’da yaptığı Pazzi şapeli (1420),
Rönesans’ın mimari anlayışını açıkça ortaya koymaktadır. Brunelleschi bu
küçük yapıda yatay-dikey karıştlığını belirgin bir biçimde gözler önüne
sermiştir. Gotik dönemde baştacı edilmiş olan sivri kemer yerine,
yuvarlak kemerin kullanılmış olması da bir yeniliktir. Yalın kare planı,
altı sütunlu bir giriş bölümü ve ılkçağ tapınaklarınınkini andıran
kubbesiyle Pazzi şapeli, erken Rönesans mimarisinin tipik bir örneğidir.
Brunelleschi’nin bir başka yapısı da mimaride ilk Rönesans
örneklerinden olan Öksüzler Hastanesi’dir. Brunelleschi yapımına 1419’da
başlanmış olan yapının revaklı cephesinde klasik ve Romanesk sanata ait
pek çok forma yer vermiştir. Cephedeki yatay çizgilerin verdiği
rahatlık, yuvarlak kemerler, ince sütunlar, pencere düzenindeki uyum ve
yalınlık, Rönesans mimarisinin temel özellikleri olarak belirirler.
Mimarın Floransa’da yaptığı San Lorenzo Kilisesi (1425) ise, Ortaçağ’da
hayli yaygın olan bazilika planına dayanılarak gerçekleştirilmiştir.
Yatay ve dikey çizgilerin başarılı bir biçimde kaynaştırılması, bu
yapıda da temel özelliklerden biridir. Öte yandan, yapının dış
görüntüsüyle iç mekanın ilişkisi de açık seçik bir hal almıştır.
Brunelleschi’nin çağdaşı Leon Battista Alberti de (1404-1472) kuramsal
çalışmalar yapmış bir mimardır. “De Re Aedificatoria” adlı kitabı,
mimari alanındaki en önemli çalışmalardan biridir. Üstelik Alberti’nin
kuramsal çalışmaları mimariyle de sınırlı kalmamış, sanatçı aile düzeni,
yemek adabı gibi sosyal konularda da yazılar yazmıştır. Yapımına
1458’de başlanan Palazzo Pitti (Pitti Sarayı) adlı yapıda, tarihçiler
hem Brunelleschi’nin hem de Alberti’nin çalıştığını kabul ederler.
Palazzo Pitti, cephe düzeniyle tipik bir Rönesans sarayıdır.
Pencerelerin üzerindeki yuvarlak Rönesans kemerleri, üst katlarda da
aynı düzenin uygulanmış oluşu, bu dönemde saray cephelerinin genel
özellikleridir. Öte yandan alttan yukarı doğru, katlarda hafifleme
etkisi sağlayan taş işleme tarzı, dikkati çeken bir başka özelliktir.
Alberti varlıklı bir ailedendir. Floransa’da yaptığı Palazzo Ruccelai
(yak.1446) de kentin varlıklı ailelerinden Ruccelailer’in sarayıdır.
Yapı o dönemde aynı zamanda kent meclisi olarak da kullanılıyordu. Bu
tip yapılar, dönemin politik havası nedeniyle yarı yarıya tahkim edilmiş
bir görüntü sunuyordu. Küçük pencerelerin bulunduğu dışarıya hayli
kapalı ilk katta, yalnızca koruyucular ve silahlı askerler
barınmaktaydı. Alberti bu yapıda Roma Colosseum’daki gibi, farklı
düzenlere yer vermiştir. Klasik çağ mimarisinin düzenlerinden Dor giriş
katında, ıon ilk katta, Korinth ise ikinci katta uygulanmıştır.
Alberti’nin ılkçağ’ın mimari formlarını ustaca kaynaştırdığı bir yapı da
Rimini’deki San Francesco Kilisesi’dir (1447-1455). Bu yapı, bölge
yöneticisi Sigismondo Malatesta için yapılmıştır. San Francesco
Kilisesi’nde Roma ve Gotik mimarisinin pek çok özelliğine rastlarız.
Yapıdaki ilgi çekici bir durum da yandaki revaklı kısımda Malatesta’nın
sarayındaki ozan ve klasik sanat uzmanlarının lahitlerinin bulunmasıdır.
Sanatçı, Mantua’da yaptığı San Andrea Kilisesi’nde (1472-1512) Roma
tapınaklarının cephesini örnek almış, alınlık, anıtsal kemer gibi klasik
çağ mimarisine özgü formlara yer vermiştir.
Görsel bir denge, sıkı bir düzen anlayışı ve uyumlu oranlar, Rönesans
mimarisinin temel ilkeleriydi. 15. yüzyılın başından itibaren resimde de
de bunlara benzer yeni değerler ortaya çıkmaktaydı. Daha 14. yüzyılın
başında Giotto (1266/7 ya da 1276-1337) Assisi ve Padua’da yaptığı
fresklerle Ortaçağ’ın yüzeysel, şematik resim anlayışını kırıyor, mekan,
hacim ve anlatım konusunda yeniliklerle dolu düzenlemelere varıyordu.
Padua, Arena şapeli’ndeki Ölü ısa’ya Ağıt (1304-6) adlı resimde figürler
şaşılacak derecede hacim kazanıyorlar, doğa o güne kadar görülmemiş
derecede gerçekçi bir anlayışla resimleniyordu. Özellikle seyirciye
arkası dönük olan figürler ve ısa’ya yönelenlerin yüzlerindeki dramatik
anlatım, yeni anlayışın ilk belirtileri olarak hemen göze
çarpmaktadırlar.
Giotto’dan yaklaşık yüzyıl sonra Masaccio (1401 - olasılıkla 1428),
Floransa’da yaptığı fresklerle yeni anlayışın olgun örneklerini ortaya
koyar. Santa Maria del Carmine Kilisesi’nin Brancacci şapeli’ndeki
kompozisyonlarda, sanatçının anlayışı Giotto’ya oranla bir hayli
olgunlaşmıştır. Vergi adlı freskte insanlar gerçekçi bir manzara ve
mekanın içinde yer alırlar. Ortadaki ısa başta olmak üzere bütün
figürler, seyircide güçlü bir hacim duygusu uyandırırlar. Bunlar Gotik
resimdeki gibi havada yüzer izlenimi bırakmazlar, ayağı yere basan,
zeminle ilişkili figürler söz konusudur. Masaccio’nun resimlerinde
ayrıca, gelişmiş bir anatomi bilgisi de hemen göze çarpar. Aynı yerdeki
Adem ve Havva kompozisyonu, onun figürlere nasıl can verdiği konusunda
tipik bir örnektir. Açıklı koyulu renklendirme, gölgeli ışıklı alanlarla
figürler kusursuz bir biçimde verilmiştir. Adem ile Havva’nın yüz ve
ellerindeki anlatım da konunun gerektirdiği, yani cennetten kovuluştaki
dramatik etkiyi güçlendirmektedir.
15. yüzyılın başında kimi ressamlar, derinliğin perspektifle verilmesi
konusunda ciddi çalışmalar yapmaya başlamışlardır. Paolo Uccello
(1396/7-1475) ve Andrea Mantegna (1431-1506), bu sanatçılar arasında
hemen akla gelenlerdir. Uccello’nun San Romano Bozgunu (1454/7 arasında
üç tane: Uffizi, Londra National Gallery ve Louvre) diye bilinen
resimleri, perspektif olanaklarının araştırılması konusunda çeşitli
deneyler sunar. Arkaya doğru giden yollar ve mızraklar, yerdeki kırık
silahlar, yatan asker, hepsi resimde uygulanan perspektif örnekleridir.
Mantegna’nın Ölü ısa’yı konu aldığı resmi (Brera, Milano) ise, “rakursi”
dediğimiz kısa görünüş yönteminin en tipik örneklerinden biridir. Bu
konuyu ele alan öteki resimlerin aksine, sanatçı ısa’yı resim düzlemine
dik olarak yerleştirmiştir. Figürlerin yüzlerindeki dramatik anlatımın
yanında, salt bu kompozisyon anlayışı bile, resmin yenilikçi yönünü
gözler önüne sermeye yetmektedir.
ıki matematik kitabı yazmış, birçok geometri ve çizim çalışması yapmış
olan Piero della Francesca da (1410/20-1492) kuramsal ve pratik
denemeleri bir arada sürdürmüştür. Sanatçı resmin yapısının düzenlenişi,
figürlerin yerleştirilişi konusunda bir mimar titizliğiyle çalışmıştır.
ısa’nın Vaftizi (National Gallery, Londra) adlı resmi, onun biçim ve
renk dengesi ile oranlama konusundaki yaklaşımını gözler önüne serer.
Figürler resmin tam ortasından geçen (hayali) dikey eksene göre ağırlık
dengesi gözetilerek yerleştirilmiş, aşırı hareketlerden kaçınılmıştır.
Borgo Palazzo Communale’deki Yeniden Diriliş adlı resmide dengeli ve
uyumlu bir kompozisyon düzeni sunar. Temel renklerin zenginliği,
anlatımın duruluğu, sanatçının resimlerindeki en önemli özellik olan
anıtsallığı desteklemektedir.
Rönesans’ta yalnızca perspektif ve kompozisyon sorunlarıyla uğraşan
sanatçılar yoktur. Renkçilik de önemli bir ekol oluşturmuştur.
Rönesans’ın renk ustaları olarak bilinen sanatçılarsa, Venedik’teki
Bellini ailesidir. Baba Jacopo ve oğulları Gentile ile Giovanni Bellini,
rengin atmosferik etkilerini sergileyen yapıtlar vermişler, daha sonra
en olgun anlatımını Tiziano ve Giorgione’de bulacak olan renkçi okulun
kurucuları olmuşlardır. Bu arada Gentile Bellini 1479-81 arasında
İstanbul’da kalmış ve Fatih Sultan Mehmed’in portresini yapmıştır. Öte
yandan Botticelli’de (yak.1445-1510) görüldüğü gibi, güzellik ve zerafet
de Rönesans’ın önemli özellikleri arasında yer alır. Bunlar, sanatçının
ılkbahar Alegorisi adlı resminde (Uffizi, Floransa) başarılı bir
biçimde gözler önündedir. Bu resim aynı zamanda, kiliseden ayrı, dinsel
olmayan bir yaşantınında alegorisidir.
“Kusursuz form”, “Denge”, “Uyumlu oranlar”, “Zerafet”, resim ve
mimarinin yanında 15. yüzyılın heykel anlayışında da geçerlidir. Bununla
birlikte, Rönesans sanatındaki Gotik etkiler kendini en güçlü biçimde
bu dönemin heykel sanatında gösterir. Floransalı sanatçı Lorenzo
Ghiberti’nin (1378-1455) yapıtlarında Gotik anlayış oldukça belirgindir.
Orsanmichele Kilisesi için yaptığı Aziz Markus Heykeli, bu Gotik
etkileri yansıtır. Gerçi figür artık Gotik kiliseyi süsleyen heykeller
gibi donuk değildir, sembolik bir anlatımda yoktur. Ancak gerek
elbisenin işlenişi gerekse azizin sakalı, Gotik sanatın şematik
kalıplarına uygundur. Ghiberti Floransa Vaftizhanesi için yaptığı ve
Cennet Kapıları da denen broz kapılarda (ısmarlanışı 1425) ise,
Brunelleschi’nin perspektif çalışmalarını kabartma tekniği içinde ele
almıştır. Bu yapıttaki her sahne, inandırıcı bir mekan derinliği içinde
sunulmaktadır.
15. yüzyılın heykel alanındaki büyük ustası Donatello’nun (yak.
1386-1466) konumu, mimaride Brunelleschi’nin resimde de Masaccio’nunkine
eşdeğerdir. Donatello da klasik sanat yapıtlarını incelemiştir. Davud
Heykeli (Bargello), onun hümanist ve gerçekçi anlayışını akıcı ve zarif
formlarla gözler önüne sermektedir. Rönesans’taki ilk çıplak
heykellerden biri olan Davud, süslemeci anlayış ve zerafet açısından bir
ölçüde Gotik üslupla da ilişkilidir. Sanatçının Padua’da yapmış olduğu
Gattamelata Atlı Heykeli, Rönesans’ta hayli yaygın olan bir türün
(equestrian) en başarılı örneklerindendir. Atın duruşu, süvarinin
kendinden emin hali, Rönesans ıtalyası’nda askerin saygın konumunu bütün
yoğunluğuyla vermektedir. Bu yapıtta idealize etme ve yüceleştirme söz
konusu değildir, aksine gerçekci ve doğal bir anlatım vardır.
Oysa Verrocchio’nun aynı tipteki Colleoni Atlı Anıtı (1479’da
ısmarlanmış) savaşçı gücün idealize edilmesi düşüncesiyle
biçimlenmiştir. Rönesans kalıplarına uygunluğun yanında atın ayağını
kaldırışı, süvarinin ileri atılmış gövdesi ve yüzündeki anlatım, bu
idealizasyonu açıkça ortaya koymaktadır. Andrea del Verrocchio da (yak.
1435-1488) Floransalı bir sanatçıdır. Olasılıkla Donatello’nun öğrencisi
olan Verrocchio, onun ölümünden sonra kentin baş heykelcisi durumuna
gelmiştir. Davud Heykeli (1476’dan önce, Bargello, Floransa)
Donatello’nun aynı adlı yapıtıyla karışlaştırıldığında onun ustasından
ayrılan yanını gözler önüne serer. Bu kez, köşeli formları olan bir
heykel söz konusudur. Donatello’daki zerafet burada yerini kararlı,
kasılmış ve güç dolu bir gövdeye bırakmıştır.
Rönesans heykeli en kusursuz anlatımını kuşkusuz Michelangelo’nun
(1475-1564) yapıtlarında bulmuştur. Sanatçının gençlik dönemi heykeli
San Pietro Pietası (16. yüzyıl başı), Rönesans’ın en başarılı
yapıtlarından biridir. Tümüyle cilalanıp parlatılmış olan heykelde her
bir form, en ince ayrıntısına kadar titizlikle işlenmiştir. ısa’nın
yatay, Meryem’in dikey gövdesi, Rönesans’ın karıştlıklara dayalı sanat
anlayışına tipik bir örnektir. Ayrıca, bu iki figürün kompozisyon
içindeki önemi de eşit bir biçimde belirtilmiştir. Birinin ağırlığı
ötekini ezmez. San Pietro Pietası, Rönesans ilkeleri ve düzeninin
sergilenişi açısından üst düzeyde bir örnektir. Bu büyük ustanın Davud
Heykeli (1501-4) ise, güçlü gövdesi ve kendinden emin duruşuyla ideal
Rönesans insanının görüntüsünü sunar. Az önce sözünü ettiğimiz denge,
uyumlu oranlar, zerafet gibi niteliklerin hepsi bu çalışmada kusursuz
bir biçimde dile gelmiştir.
15. yüzyılın ikinci yarısından sonra Rönesans mimarlarının yeni bir
takım arayışlara yöneldiklerini görüyoruz. Bunların başında da esinini
ılkçağ’ın yuvarlak planlı yapılarından (tholos) alan merkezi planlı
tasarımlar gelir. Alberti 1460’ta Mantua’daki San Sebastiano
Kilisesi’nde Yunan haçına dayalı bir plan uygular. Uzunlamasına giden
bazilikadan sonra, merkezi bir plan gündeme gelmiştir. Bütün yan
kısımlar ana mekana katılmakta, bu yolla daha büyük bir iç mekan elde
edilmektedir. Aynı durum, Bramante’nin San Pietro Kilisesi için
tasarladığı planda da söz konusudur. Genelde bu planda merkezi bir
anlayışla ele alınmıştır.
Merkezi planlı yapıların en tipik örneği ise Bramante’nin (1444-1514)
Roma’da yaptığı Tempietto’dur (Yapımına 1503’te başlanmıştır). Etrafı
sütunlarla çevrili, üstü kubbe ile örtülü yuvarlak planlı bu yapı,
Rönesans döneminde bir hayli ün kazanmıştır. Bu tür yapılar o dönemde
son derece gözde idi. Bu planda bir yapıya Raphaello’nun (1483-1520)
Meryem’in Nişanı adlı ünlü resminde de rastlıyoruz. Böylesi yuvarlak
planlı yapılar genellikle bir meydanda, kentin ortasında caddelerin
kesiştiği noktalarda yer alıyordu. Piero della Francesca atölyesine ait
olduğu kabul edilen bir çizimde de (Urbino Sarayı), Rönesans kent
planlaması ve perspektif konularının yanı sıra, ortada yer alan bu tür
bir yapı da hemen göze çarpmaktadır.
Rönesans’a temel olan ilkçağ anlayışı kendini salt mimari formlarda
göstermez. ılkçağ dünyasının etkileri, yazın ve felsefe alanında da
güçlü olmuştur. ilkçağ felsefecileri ve yazarları ıtalyancaya
çevrilirken, ılkçağ öykülerinin kahramanlarına da Hıristiyanlıkla ilgili
nitelikler kazandırılıyordu. Mitolojik olaylarda Hıristiyanlığın özünü
ve anlamını belirtecek sembollerle donatılıyordu. Botticelli’nin
Venüs’ün Doğuşu adlı resmide Yeni Platoncu düşünce ışığında Hıristiyan
dünyasına mal edilmiştir. Doğal olarak bu dönemde sanatçılara yol
gösteren, onlara klasik konuları nasıl resimleyecekleri hakkında
bilgiler veren uzmanlar da devreye girmiştir. Bu da Rönesans’ın çok
boyutlu, tüm sanat dallarını kuşatan, bu yüzden de büyük bir ekip
çalışmasıyla anlam kazanan bir uyanış olduğunu göstermektedir. Bu tip
bir ekip çalışması, Raphaello’nun Vatikan’da gerçekleştirdiği duvar
resimleri için de yapılmıştır. Değişik adlarla anılan birkaç salon
süslemesinden oluşan Vatikan duvar resimleri arasında Atina Okulu diye
bilinen kompozisyon, dizinin en tanınmış örneğidir. 1509-11 yıllarında
resimlenen Camera della Segnatura adlı salonun bir duvarında yer alan bu
kompozisyon, felsefe alegorisidir. Raphaello ılkçağ’ın anıtsal mimarisi
önünde bir yanda idealist Platon’u, öte yanda realist Aristo’yu
resimlemiştir. Felsefi inançlarına paralel olarak Platon göğü, Aristo
yeri gösterir. Ayrıca resimde, Euclid’den Diogenes’e kadar pek çok
ılkçağ felsefecisi ve matematikçisi de yer almıştır. Felsefi içeriğinin
yanında, desen ve form açısından son derece olgun bir anlatıma sahip
olun bu yapıtlarda, Rönesans resmi en üst noktaya ulaşmıştır.
Sanat alanındaki bu büyük gelişmenin bir başka nedeni de sanatçı
atölyelerinin ün kazanması idi. Özellikle Floransa kentindeki
atölyelerde yüzlerce çırak, büyük ustaların yanında eğitim görüyor,
onların ciddi ve önemli çalışmalarına katılıyor, kimi zaman da
yapıtların izin verilen bölümünü tek başlarına gerçekleştiriyorlardı. Bu
atölyelerden biri de ressam ve heykeltraş Verrocchio’nun atölyesi idi.
Atölyesindeki çıraklardan biri, ısa’nın Vaftizi (Uffizi, Floransa) adlı
resimde görev almış, olasılıkla da soldaki meleği ve manzaranın bir
bölümünü boyamıştır. Bu kişi, daha sonra Rönesans’a damgasını vuracak
olan sanatçılardan biridir: Leonardo da Vinci... Yalnız onun değil,
sanat tarihininde en ünlü resimlerinden biri olan Son Akşam Yemeği,
Milano’daki Santa Maria della Grazie Kilisesi’nin yemek salonundadır.
Bir hayli yıpranmış olan bu resimde Leonardo, figürlerin yerleştirilişi,
mekanın tanımlanması, perspektif gibi Rönesans’ın çok önem verdiği
konularda kusursuz bir anlatıma varmıştır. ıncil’in en önemli
öykülerinden biri olan Son Yemek’te, sanatçı en dramatik anı seçmiştir:
ısa birkaç saniye önce “ıçinizden biri beni ele verecek” demiştir. Bunun
yarattığı dramatik gerilim, figürlerin davranışlarıyla anlamlı bir
biçimde ortaya konmuştur. ıimdi hepsi, bu hainin kim olduğunu
sorgulamaktadır. Figürlerin dalgalanan hareketi ise, seyircinin bakışını
ortadaki ısa figürüne yöneltmektedir.
Leonardo yalnızca kompozisyon ve perspektif gibi sorunlarla uğraşmamış,
bu konudaki kuramsal çalışmalarına uygulama alanı da bulmuştur. En tipik
örneğini Üçlü Anna Grubu diye bilinen resminde (1510-11, Louvre, Paris)
gördüğümüz “hava perspektifi”, onun resim sanatına katkıları
arasındadır. Figürlerin arkasında uzanan manzaranın gittikçe
soluklaşması, buğulu gri bir ton alması, ustanın bu buluşunun ürünüdür.
Böylece o zamana kadar yalnızca çizgi perspektifiyle sağlanan derinlik,
Leonardo’nun “sfumato” diye tanımladığı bu yeni buluşla daha inandırıcı
bir boyut kazanmıştır.
Leonardo örnek bir Rönesans sanatçısıdır. Yalnızca resim, onun çalışma
ve araştırma arzusunu doyurmamış, sanatçı hemen her konuda araştırma
yapma, yeni bir şeyler bulgulama isteğiyle yaşamıştır. Anatomi, botanik,
mekanik, kent planlaması, meteorolji, astronomi, mimari, silah
tasarımcılığı onun ilgi alanlarını oluşturmaktaydı. Uçuş konusundaki
araştırma ve tasarımları ise bir tutku halini almıştı. Onun ayrıca Haliç
için bir köprü tasarımı, ıtalya’daki Arno nehrinin yatağının
değiştirilmesi ve kanal yapımı konusunda çeşitli projelerde yaptığını
biliyoruz.
Leonardo’da en üst düzeyde tanık olduğumuz çok yönlülük, Rönesans’ın en
ilginç özelliklerinden biridir. Bütün büyük sanatçılar, tek bir alanda
sınırlı kalmayarak değişik konularda çalışmalar yapmışlar, birbirleriyle
yarış edercesine ürünler vermişlerdir. Bu durum, dönemin büyük
sanatçılarının en dikkate değer özelliği idi. Bunlardan biri de kuşkusuz
Michelangelo’dur. Heykel ve mimari tasarımları yapan, soneler yazan bu
ilginç kişilik, aynı zamanda güçlü bir düşünce adamıydı. Michelangelo
ayrıca Raphaello’nun Vatikan resimleriyle birlikte Rönesans’ın en önemli
mimari süslemesi sayılan Sistine şapali’nin tavan fresklerini de
gerçekleştirmiştir. 1508’de başladığı bu anıtsal kompozisyon sanatçının
en yorucu çalışması olmuş, birkaç kez yarım bırakılma tehlikesiyle karış
karışya kalmıştır. Resim yapmaya hiç de uygun olmayan bir yerde,
Michelangelo büyük bir üslup denemesine girişmiştir. Rönesans’ın kendi
içine kapalı, çizgisel resim üslubu yerine, sanatçı burada değişik bir
anlayışla çalışmıştır. Hareketli formlar, güçlü gölge-ışık oyunları ve kusursuz bir anatomi
çalışması, resmin temel özellikleridir. Rönesans resim anlayışı,
Michelangelo’nun bu freskleriyle son bulmuştur. Sanatçı Sistine
şapeli’nin yan duvarına da Mahşer adlı büyük kompozisyonu yapmıştır. Bu
çalışma, yapısal özellikleriyle bir Rönesans ürünü sayılmaz. Maniyerist
bir üslupla yapılmış bu kompozisyonu o dönem içinde incelemek daha doğru
olacaktır.
Rönesans resmi, Floransa ve Roma’da düzene bağlı ve form kusursuzluğuna
dayalı bir anlatım yolunda gelişirken, aynı tarihlerde Venedik’te renkçi
bir üslup söz konusuydu. Giorgione (yak. 1476/8-1510), özellikle
Fırtına adlı resmiyle (Accademia, Venedik) Rönesans’ın kesin ve düzenli
resim anlayışına belli oranda bir yumuşama getirmiş renk ve gölge-ışık
yoluyla atmosferik bir manzara yaratmıştır. Onun genç yaşta ölümü
üzerine bu renkçi üslup, arkadaşı Tiziano’nun (yak. 1487/90-1576)
resimleriyle sürmüştür. Bir hayli uzun yaşamış olan bu sanatçının bazı
çalışmaları da uzmanlarca Maniyerist üslup içinde değerlendirilir. Baküs
şenlikleri konulu resminde (Prado, Madrid) Tiziano, Venedik sanatının
bütün özelliklerini gözler önüne sermiştir. Birbirine kaynaşan formlar,
ıiddetli hareketler, kendi içlerinden aydınlanıyormuş izlenimi veren
parlak renkler, ilk bakışta göze çarpan özelliklerdir.
Rönesans’ın kurallara bağlı, simetrik resim anlayışı, 16. yüzyılın
ikinci çeyreğinden itibaren değişmeye başlar. Aynı değişimi, heykel ve
mimaride de görürüz. Bu dönem sanat tarihinde önceleri başarısız
kopyalar dönemi olarak adlandırılır. Ama çok geçmeden toplumsal bir
takım koıulların da etkisiyle
kendine özgü özellikleri olan, bilinçli bir yaratma eylemi olduğu kabul
edilmiştir. Ad olarak da yine ilk kez Vasari’nin kullandığı “Maniera”
sözcüğüne dayanan Maniyerizm benimsenmiştir.












Rönesans “Yeniden Doğuş” anlamına gelen Fransızca
bir sözcüktür. 14. y.y. sonuyla 15. ve 16. y.y. kapsayan dönemi
tanımlamakla kullanılır.Eski Yunan ve Roma kültürünün canlandığı
düşüncede, edebiyatta, resimde, heykelde ve mimarlıkta büyük
değişikliklerin olduğu bu dönemde her şey yeniden doğmuş gibiydi.İşte bu
tarihsel değişim dönemine Rönesans denmesi bu yüzdendir.


13. y.y. sonlarında
Avrupa’daki toplumsal ve ekonomik değişimler


çerçevesinde, Katolik
kilisesinin otoritesinin sarsılması,hümanizm


gelişmesi, coğrafya
keşifleri, ulusal devletlerin ortaya çıkması ve bireyin


toplum içinde önem
kazanması Rönesans’ı hazırlayan etkenler oldu. Rönesans’ın başlamasında
etken olan bu değişimler insanın evreni, evrendeki


konumunu algılayışını
ve yaşama bakışını büyük ölçüde etkilemiş ve değiştirmiştir.Bu da
hümanizmi doğurmuştur.


“Dünyada insan kadar
hayranlık uyandırıcı başka bir şey yoktur.” İşte bu cümle hümanizmi
yaratan ilkeydi.Pedagoglar, ahlakçılar, filozoflar, hukukçular,


sanatçılar ve
politikacılar kendi yöntemleriyle insan kusursuzluğunun bir türünü


tanımlamaya ve
gerçekleştirmeye çalıştılar.Öncüleri İtalya’da Marsilis Ficino ve


Leonardo da Vinci,
Avrupa’nın diğer ülkelerinde ise Montagine, Erasmus ve Rabelais
idi.Tümünün ortak özelliği Rönesans’ın tinsel serüvenine zevkle katılmış
olmalarıydı.


Kilisenin katı
öğretisinden bağımsız, özgür düşüncenin savunulduğu Rönesans dönemi 16.
y.y.’da başlayan dinsel Reform hareketlerinin gerçekleşmesi içinde
gereken ön koşulları sağlamış
oldu.


Reform,16.y.y.’da
Avrupa’da meydana gelen ve Protestan kilisesinin doğuşuna yol açan dini
hareketti. Luther ve Calvin’in esin kaynağı olmasıyla üç ayrı mezhep
gelişti:Luther’cilik,Calvin’cilik ve Angelikan’lık.


Rönesans ile birlikte
gelişen yeni düşüncelerin yayılması yeni buluş ve keşiflerle
hızlandı.Matbaa,kitapların çoğalmasını ve yeni düşüncelerin herkese daha
çabuk ve ucuz olarak ulaşmasını sağladı.


Pusulanın verdiği
güvenle uzak denizlere yelken açıldı. Portekizliler yeni dünyayı
keşfettiler.Afrika’yı dolaşarak Hindistan’a vardılar.


Barut ülkelerin
kendine güvenini arttırdı.Ne var ki bu yüzden savaşlar daha yıkıcı ve
korkunç oldu.Sömürgelerden elde ettikleri kaynaklarla ve ticaretle
zenginlikleri artan soylu aileler,dönemin sanatçılarının yapıtlarını
almaya ve dolayısıyla sanatın gelişmesine yol açtılar.

RÖNESANSIN
SANATA ETKİLERİ :
MÜZİK : 15.y.y. müzikte Hollanda ekolünün parladığı bir devir
oldu.Tüm yüzyıl boyunca hakimiyet süren bu ekol çok sesli müziğin
mükemmelleşmesine katkı sağladı.Bu çağın ikinci yarısından itibaren
piyano,lavta,keman ve çeşitli üflemeli çalgılar için partisyonlar
yazılmaya başlandı ve bu müzik aletleri yerlerini pekiştirdiler.

RESİM : Rönesans’a kadar
dini resimler yapan ressamlar Rönesans ile birlikte insan ve doğa
resimleri yapmaya başladılar. Jan Van Eyck’in yağlı boyayı resimde
kullanılır hale getirmesi sanatçılar tarafından benimsendi ve resim
sanatına yeni bir boyut getirdi.

EDEBİYAT : Dante,Petrarca ve
Boccaccio’nun filoloji ve şiir alanındaki araştırmalarının yanında
Yunan’ca el yazmalarının ve Bizans’tan kovulanbilginlerin Batı Avrupa’ya akını ve
matbaanın yaygınlaşmasıyla edebiyat alanında yeni fikirler ve yazım
teknikleri gelişti.Ve edebiyatla birlikte Rabelais’in coşkusundan ve
Montaigne’nin şüpheciliğinden kaynaklanan bir hümanist ahlak oluşmaya
başladı.Ve sanatta Rönesans’a katkı yaptı.

Bunların yanında
mimaride Barok stil gelişti,Heykel sanatında çok önemli ustalar büyük
eserler verdiler.


RÖNESANSIN BİLİME ETKİLERİ :


Rönesans modern
bilimin gelişmeye başladığı bir dönemdi.Ortaçağda Roger Bacon gibi
,çağının ötesine geçmiş kuram ve düşünceleriyle tanınan bilginler ve
düşünürler, kilisenin bağnazlığı ve teknolojik olanaksızlıklar yüzünden
düşünce ve bilgilerini yaygınlaştırma olanağı bulamamışlardı.


Rönesans dönemindeki
insanlar eski astronom Batlamyus’un kuramına inanıyorlardı. Batlamyus’a
göre Dünya evrenin merkeziydi. Kopernik bilimsel gözlemler ve
araştırmalar sonucu bu kuramın yanlışlığını kanıtladı.Astronomi bilimini
kökten değiştirerek yeni bilimsel araştırmalara temel oluşturdu.


Modern anatomi
biliminin kurucularından Vesalius kadavralar üzerine yaptığı
incelemelere dayanarak gerçekçi bir anatomi kitabı yazdı.Bu bilgilerden
hekimlerin yanı sıra heykeltıraşlar ve ressamlar da yararlandı.


Aynı dönemde İngiliz
bilim adamı ve düşünür Bacon bilimsel gerçeklere ancak gözlem ve deney
yoluyla ulaşılabileceğini savunarak modern bilimin temellerini atmış
oldu.
Bilim,sanat,felsefe
ve edebiyat alanında yepyeni düşüncelerin ortaya çıktığı, aynı zamanda
keşifler ve serüvenler çağı olarak bilinen Rönesans insanlık tarihinin
en önemli olaylarından biridir.O dönemden kalma eşsiz güzellikteki sanat
yapıtlarının büyük bölümü Avrupa’da birçok kenti süslemekte,resim ve
heykeller müzelerde sergilenmekte,yapılan müzik eserleri hala zevkle
dinlenmekte ve edebiyat eserleri yeni düşüncelerin oluşmasına katkıda
bulunarak Rönesans’ı çağlar ötesine taşımaktadır.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek


avatar


Kayıt tarihi : 01/01/70
Aktiflik :
Rönesans (Renaissance) Dönemi Left_bar_bleue998 / 999998 / 999Rönesans (Renaissance) Dönemi Right_bar_bleue

Deneyim :
Rönesans (Renaissance) Dönemi Left_bar_bleue998 / 999998 / 999Rönesans (Renaissance) Dönemi Right_bar_bleue

Saygınlık :
Rönesans (Renaissance) Dönemi Left_bar_bleue998 / 999998 / 999Rönesans (Renaissance) Dönemi Right_bar_bleue

Seviye :
Rönesans (Renaissance) Dönemi Left_bar_bleue100 / 100100 / 100Rönesans (Renaissance) Dönemi Right_bar_bleue


Rönesans (Renaissance) Dönemi Empty
MesajKonu: Geri: Rönesans (Renaissance) Dönemi   Rönesans (Renaissance) Dönemi EmptyPaz Mart 28, 2010 10:54 am

Erwin Panofsky



Batı Avrupa sanatını (ya da edebiyatını,
müziğini, dinini) kendi bütünlüğü içinde ele alıyorsak, [ Rönesans” ya
da “Yüksek Rönesans” gibi] genel terimleri genişleterek ya da daha
doğrusu uzatarak, “Miken”, “Helenistik”, “Karolenj”, “Gotik” — ve nihai
olarak, “Klasik”, “Ortaçağ”, “Rönesans” ve “Modern” gibi dönemsel
kavramlara dönüştürmekten kaçınamayız.



Tabii, söylemeye bile gerek yok ki —daha kısa dönemlerle
kıyaslandığın da— “megadönem” diye adlandırılabilecek bu zaman
parçaları, “açıklayıcı ilkeler” halinde ortaya dikilmemeli, hatta yarı
metafizik varlıklar halinde nesneleştirilmemelidir. Bu “megadönem”lerin
karakteristik özellikleri, zamana ve mekana göre dikkatle
nitelendirilmeli [ edilmeli] ve yapılan araştırmalar da kaydedilen
ilerlemelere göre sürekli olarak yeniden tanımlanmalıdır. Bir dönemin ya
da “megadönem”in tam ne zaman ve nerede bitip ötekinin ne zaman ve
nerede başladığı konusunda muhtemelen hiçbir zaman görüş birliğine
yaramayacağımız gibi, birçok durumda anlaşmaya kalkışmamamız bile
gerekir aslında. Tarihte de tıpkı fizikteki gibi zaman, mekanın bir
fonksiyonudur; bir dönemin, “yön değişikliği” ile belirlenen bir evre
olarak tanımlanması, ayrılmanın yanı sıra sürekliliği de içerir... Bir
dönemin —ya da “megadönem”in— tek bir insanınkinden daha az kesin
olmayan bir “fizyonomi”ye sahip olduğu söylene bilir. (Bunun tatmin
edici bir şekilde tanımlanması en az bir insanınki kadar güç olsa da...)

“Dönem çözücüler” diye adlandırılabilecek kimselerin temel hedefi,
Rönesanstır: Bu gerek İngilizcede, gerekse Germanik dillerde Fransızca
olarak kullanılır, çünkü renaissance kelimesinin
anlamının sınırlı ve fakat spesifik olmayan dan (herhangi bir şeyin
belirli bir zaman içinde canlandırılması) spesifik, ama kapsamlı olana
(belirli dönemin modern çağa öncülük edeceği düşünülen her şeyinin
canlandırılması) dönüşmesi Fransa’da olmuştur.



Bu dönem, “İtalya” da on dördüncü yüzyılda
başlamış, on beşinci ve on altıncı yüzyıllarda devam etmiş olan, sanat
ve edebiyatta klasik modellerin etkisi altında büyük canlandırma
hareketi” olarak da 1933’e kadar büyük bir güvenle tanımlanabilmiştir.
Ama bu tanımın özellikle “belirsizlik itirazı” diye adlandırılabilecek
olan şey karşısında pek ayakta kalmadığı yadsınamaz (“tarihçiler ne
Rönesans’ın temel niteliğinin ne olduğu konusunda ve hatta ne de hangi
tarihte ortaya çıkıp ne zaman sona erdiği konusunda fikir birliğine
varabilmektedir ler”); kırk beş elli senedir de “Rönesans sorunu”,
modern tarihçiliğin en tartış mali meselelerinden biri haline gelmiş
bulunmaktadır...

O halde, “nerede”, “ne zaman” ve “nasıl” sorularını tartışmaya
girişmeden önce, iki ön soruyla karşı karşıya bulunuyoruz demektir.

Birincisi, İtalya’da on dördüncü yüzyılın ilk yarısında başlayan, görsel
sanatlarda klasikleştirme eğilimini on beşinci yüzyıla taşıyan ve
dolayısıyla Avrupa’nın geri kalan bölümün deki bütün kültür
faaliyetlerine mührünü vuran Rönesans diye bir hareket var mıydı?

İkincisi, böyle bir Rönesans’ın varlığı ispatlanabilirse, bunu
“Ortaçağ’da meydana geldiği kabul edilen öteki canlandırma dalgalarından
ayıran şey nedir?

Bütün bu canlandırma hareketleri, birbirlerinden yalnızca boyutları
itibariyle mi ayrılmaktadırlar, yoksa yapısal olarak da mı? Yani, büyük R
ile başlayan bir Rönesans’ı, —küçük r ile başlayan “renascence”ler diye
adlandırılabilecek bütün o Ortaçağ yenileme hareketleriyle
kıyaslandığında— hâlâ eşsiz bir olay diye ayrı bir yere oturtmak doğru olur
mu?..

Herkesin bildiği, kendi çağdaşlarının da kabul ettiği gibi, “klasik
modellerin etkisi altında canlandırma” temel kavramını tasarlayan ve
formüle eden, Petrarca idi. Roma harabelerinin
etkisiyle “dili tutulacak” kadar kendinden geçen, yüceliği sanat ve
edebiyat kalıntılarından ve kurumlarının hâlâ canlı hatırasından yansıyan bir geçmiş ile, içini
keder, öfke ve nefretle dolduran “iğrenç” bir şimdiki zaman arasındaki
karşıtlığın kesinkes farkında olan Petrarca, yeni bir tarih anlayışı
geliştirdi. Kendisinden önceki tüm Hıristiyan düşünürler bunu, dünyanın
yaratılışı ile başlayan ve yazarın içinde yaşadığı zamana kadar devam
eden sürekli bir gelişme olarak tasarlamışlarken Petrarca bunu “klasik”
ye “yeni” diye iki ayrı döneme keskin bir biçimde ayrılmış olarak
tasarlıyordu:

İlki “historiae antiquae”yi, ikincisi de “historiae novae”yi
kapsayan iki ayrı dönemdi bunlar. Ve kendisinden öncekiler bu sürekli
gelişmeyi dinsizliğin karanlığından İsa’nın ışığına doğru düzenli bir
ilerleme olarak tasarlarken Petrarca, “İsa’nın adının Roma’da kutlanmaya
ve Roma İmparatorları tarafından sala vatla ağza alınmaya başladığı”
dönemi, çürümenin ve “zulmetin” karanlık çağı olarak yorumluyor,
“Krallık Roma”sı, “Cumhuriyet Roma”sı ve “İmparatorluk Roma”sı diye
basitçe sınıflandırdığı daha önceki döneme de şan, şöhret ve aydınlıklar
çağı gözüyle bakıyordu...

Elbette Petrarca, klasik antikiteyi böyle “saf ışık” çağı,
Constantinus’un Hıristiyanlığa geçişi ile başlayan çağı da hüzün verici
bir cehalet çağı olarak gören bu anlayışın, kabul edilmiş değerleri
tepetaklak ettiğini — hiç olmazsa zaman zaman — fark etmezden
gelemeyecek kadar iyi bir Hıristiyandı. Ama “tarihin Roma’ya methiyeden
başka bir şey olmadığı”na öylesine derin bir şekilde inanç getirmişti
ki, bu görünüşü terk etmesi düşünülemezdi. Din bilginlerinin, Kilise
Babaları’nın ve bizzat Kitabı Mukaddes’in ruhun durumuna uyguladığı
terimleri aynen zihinsel kültür hallerine aktaran (“nox” ve “tenebrae”
karşısında “lux” ve “sol”, “miskinlik” karşısında “uyanıklık”, “körlük”
karşısında “görme”), ondan sonra da Roma paganlarının aydınlıkta,
Hıristiyanların da karanlıkta yol aldığını söyleyen Petrarca’nın,
tarihin yorumlanmasındaki bu devrimi, kendisinden iki yüz yıl sonra
Copernicus’un fiziki evrenin yorumlanmasında gerçekleştirdiği devrimden
daha az köklü değildi.

Petrarca genel olarak kültüre, özel olarak da klasik kültüre,
yurtseverin, araştırmacının ve şairin gözüyle bakmaktaydı. Roma
harabeleri bile onda “este tik” diyebileceğimiz bir yankı
uyandırabilmekten uzaktı. Çağının büyük res samlarına kişisel bir
hayranlık beslemekle birlikte, onun düşlediği yeni çağı, büyük ölçüde
siyasi bir canlandırma ve her şeyin ötesinde de Latin dil ve gramerinin
arılaştırılması, Grekçenin canlandırılması ve Ortaçağ müelliflerinden,
tefsircilerinden ve mucitlerinden geriye, klasik metinlere dönülmesi
açıların dan tasarladığını söylersek ona çok da haksızlık etmiş olmayız.

Ne var ki, Rönesans’ın bu dar tanımı Petrarca’nm mirasçiları ve
halefleri arasında geçerliğini koruyamadı. 1500 yılına gelindiğinde
büyük canlanış kavramı kültürel davranışların hemen her alanını içine
alır olmuştu; anlamındaki bu genişleme, Petrarca’nın gözleri önünde,
başta resim olmak üzere görsel sanatların da kapsam içine alınmasıyla
başladı.

Horatius’un “ut pictura poesis”inde özetlenen kavram, yani şiir ile
resim arasında bir benzerlik, hatta doğal bir yakınlık bulunduğu fikri
çok eskiydi; kutsal suretlerin caiz olup olmadığı yolundaki müteaddit
tartışmalar dolayısıyla da kamuoyunun hafızasında canlılığını korumuştu.
Ne var ki, Trecento’nun başlarında bu kavram, Dante’nin insan
şöhretinin geçiciliği konusundaki ünlü mısraları sayesinde somutlaşmış
ve deyim yerindeyse, genel bir an lam kazanmıştı...

Tanınmış iki şair, biri önceleri ünlü, ama artık modası geçmiş yaşlı
Guido (muhtemelen Guido Guinicelli) ile yeni şöhrete kavuşmuş genç Guido
(muhtemelen Guido Cavalcanti) arasındaki ilişkiyi iki tanınmış ressam,
Cimabue ve Giotto arasındaki ilişkiyle kıyaslayan bu iki kıta, şiir ile
resmin kardeş sanatlar olduğu yolundaki eski fikre hem güç hem de
güncellik kazandırmıştı...

Petrarca’nın tarih anlayışının yabancısı olmayan okur için, Dante’nin
mısralarında belirgin bir şekilde ortaya konmamakla birlikte ima edilen
durgunluk ya da çürüme dönemini, Petrarca’nın “tenebrae”si ile
özdeşleştirmek, dolayısıyla, Cimabue’nin yerini aldığı belirtilen
Giotto’yu “karanlık çağ”dan sonra re sim sanatını reforme eden kişi
olarak kabul etmek neredeyse kaçınılmaz bir zorunluluk oluyordu...
Petrarca’nın tasarlamadığı bu adımı atmak, onun sadık tilmizi ve aynı
zamanda Dante’nin profesyonel yorumcusu olan Giovanni Boccaccio’ya düşecekti... Böylece, “ünlü
hocası” Petrarca’nın “Apollon’u kadim mihrabına yeniden
yerleştirdiğini”, “üstleri köylük alanların toz toprağı ile kaplanmış
olan esin perilerini eski güzelliklerine kavuşturduğunu”, “bin yıldır
saygı görmeyen Capitol’ü yeniden Romalılara adadığını” açık bir gerçek
olarak dünyaya ilan eden Boccaccio, —tıpkı Sokrates gibi, olağanüstü
çirkinliğine rağmen çok büyük bir adam olan— Giotto’nun çoktan ölüp
gitmiş resim sanatını canlandırdığı yolundaki öğretiyi de yerleştiren
kişi oldu. Bu öğreti de oybirliği ile kabul edildi... Aeneas Sylvius
Piccolomini’nin, neredeyse yüzyıl sonra bu kavramı “expressis verbis”
diye ifade ederken hâlâ Boccaccio’nun “ünlü hoca sı” Petrarca ile Giotto
arasında kurduğu şu paralellikten yararlanması tesadüf değildir: “Bu
sanatlar [belagat ve resim] birbirlerini karşılıklı bir muhabbetle
severler... Petrarca’dan sonra edebiyat yeniden ortaya çıktı; Giotto’dan
sonra da ressamların elleri bir kez daha havaya kalktı. Şimdi, her iki
sanatın da mükemmele ulaştığını görüyoruz.”

Bu paralelliği resimden sanata ve mimariye taşıyan ve böylelikle bugün
bile “güzel sanatlar” diye bilinen üçlüyü “artes liberales”in mihrabına
değilse bile, en azından tapınağın girişine yerleştirdi: “Yüksek
sanatlara en çok yaklaşan resim, taş ve tahta heykelciliğinin ve mimari
sanatların neden böylesine uzun ve derin bir çöküş içinde kaldıklarını
ve edebiyatın kendisiyle birlikte neredeyse ölüp gitmiş olduklarını
bilmediğim gibi, şimdi bu çağda nasil kanlanıp canlandıklarını ya da
şimdilerde neden iyi sanatçilarla iyi yazarların böylesine bir bolluğuna
rastlandığını da bilmiyorum.”

Vespassiano da Bisticci ve Marsilio Ficino
da —ikincisi gramer ile müziği de belagat ve güzel sanatlara eklemiştir—
kültürün bu canlanışını benzer tarzda selamlayacaklardı. Hatta
Rotterdamlı Erasmus bile, normal olarak
göze hitap edenden çok kelimelerle ifade edilen şeylerle ilgilendiği
halde, 1489 dolaylarında yazdığı bir mektupta, metal ve taş
yontmacılığında, resimde, mimaride ve “belagat”ın yanı sıra gelişen her
türlü ustalıkta görülen bu yeni verimlilikten duyduğu sevinci dile
getirir. Sonunda, fethi hümanistçe zafer şarkılarıyla göklere çıkarılan
topraklar, “edebi bilimler” ve sanatların yanı sıra doğal bilimleri de
kapsar hale gelir. “Bütün iyi disiplinler, Tanrıların özel inayetiyle
sürgünde ki yerlerinden geri çağrılıp bağırlara basıldı” diye yazar Rabelais 1532’de, tıbba özel bir gönderme
yaparak. Pierre de Ramee (Petrus Ramus), doktorlar, Araplar yerine artık
Galenus ve Hippokrates’i, filozoflar da Scotus’çular ya da Petrus
Hisponus’un takipçileri yerine Aristoteles ve Platon’u okuyacaklar diye
sevinç içindedir. Klasik antikiteye büyük ilgi duymakla birlikte esas
olarak bir doğabilimci olan Pierre Belon, “toutes especes de bonnes
disciplines”de görülen “eureuse et desirable renaissance”ı göklere
çıkarır. Alman matematikçisi Johannes Werner de “yakın geçmişte Yunan
elinden çağımız Latin geometricilerine göç eden” yeni fikir ve
problemleri —özellikle de kesik konileri— büyük zevkle kucaklar.

Hümanist evrenin edebiyattan resme, resimden öteki sanatlara ve öteki
sanatlardan da doğal bilimlere doğru bu tedrici yayılışı, “canlanma”,
“restorasyon”, “yeniden uyanış”, “diriliş” ya da “yeniden doğuş” diye
çeşitli isimlerle adlandırılan sürecin başlangıçtaki yorumlanışında
önemli bir kayma meydana getirdi... Dikkatlerini görsel sanatlar
üzerinde toplayanlar —resimle başladığı asla unutulmamalı— bu büyük
canlanmayı klasik kaynaklara bir dönuş olarak kabul etmemişlerdi...
Petrarca’nın ana teması olan “klasiklere dönüş”e Boccaccio ve Villani
(resimde de Bartolommeo Fazio ya da Michele Savonarola gibi birçok
yazar), kontrpuan olarak “doğaya dönüş” temasını çıkardılar; bu iki
temanın iç içe geçmesi de hümanist düşüncede tayin edici bir rol
oynayacaktı:

Bu, yalnızca görsel sanatlarla edebiyat arasındaki ilişkiye ilişkin
olarak değil, zamanla, görsel sanatların kendi aralarındaki ilişkiye
ilişkin olarak da böyleydi. Çünkü, ikinci tema (doğanın yeniden
keşfedilmesi) on dördüncü yüzyıl başında resmin canlandırılmasına bağlı
olarak ortaya atıldıysa, ilk tema da (anti kitenin yeniden keşfedilmesi)
on beşinci yüzyılın başında heykelin —hatta da ha da fazla olarak
mimarinin— canlandırılmasına bağlı olarak kuvvetle doğrulanmıştır...

Floransalıların “klasik tarzda bina yapmaya başlamaları”, hiç şüphesiz,
tek bir adamın, dehası, evrenselliği ve çekici olmayan görünüşü
dolayısıyla ikinci bir Giotto sayılmakla birlikte, Petrarca’nın edebiyat
için yaptığını mimari için yapmış olmasıyla övülen Filippo Brunelleschi ’nin etkisiyle olmuştur...
Biyografisini yazan Antonio Manetti’ye göre Brunelleschi, “Roma tarzı ve
klasik denen (alia Romana et alia antica) bina inşa üslubunu yenilemiş
ve gün ışığına çıkarmış”tı; oysa “ondan önceki bütün binalar Alman
tarzında olup modern diye adlandırılıyorlar”dı.

Dolayısıyla, üç görsel sanatın “canlandırılması” tutarlı bir tablo
olarak görülmeye başlanır başlanmaz, tarihçiler de bu “canlanma”nın,
doğaya dönüşün ve klasik antikiteye dönüşün tamamlayıcı motiflerinin
farklı tarihlerde etkili hale geldiği, daha da önemlisi, içinde
bulunduğu ortama göre farklı kuvvette etki yaptığı konusunda görüş
birliğine vardılar: Doğaya dönüş resimde en büyük rolü oynamıştı; klasik
antikiteye dönüş mimaride en büyük rolü oynamıştı; bu iki uç arasındaki
dengeyi de heykel sanatı kurmuştu...


Üç kuşak sonra Vasari’de hâlâ bu üçlemenin yankılanmasını görürüz: Bir tek paragraf
içinde Brunelleschi’nin eskilerin ölçü ve orantılarını yeniden
bulduğunu, Donatello ’nun yapıtlarının daha
öncekilerle boy ölçüşeceğini ve Masaccio ’nun
da —klasik sanata herhangi bir gönderme yapmaksızın— “yeni bir renk
kullanma tekniğin de, kısaltımda, doğal duruşlarda ve bedenin
hareketlerinde olduğu kadar nı- hun duygularının verilmesinde de büyük
üstünlük sağladığını” yazar... Yunan ve Latin ressamları arasındaki
ayrım... Zamanla uyrukluktan bağımsız olarak onların “antikalaşmış”
tarzlarını belirleyen ortak bir isme bırakır yerini: Mani eragreca... Lorenzo Ghiberti ’nin, on beşinci yüzyıl
ortalarında meydana getir d adlı yapıtta, maniera greca genel kabul
gören ve kesinlikle küçültücü bir terim olarak kullaılır... Ghiberti’nin
çağdaşları ve izleyicileri arasında önde gelen Leone
Battista Alberti [ise] temsili sanatlar kuramına, sonradan
Rönesans estetiğinin temel taşı olacak kavramı, yıllanmış “convenienza”
ya da “concinnitas” kavramını sokar, daha doğrusu yeniden kazandırır; bu
kavramı, en yakın “ahenk” kelimesiyle
karşılayabiliriz. Şöyle der Alberti: “ her şeyden önce, bütün parçaların
birbirine uyması için uğraşmalı; eğer parçalar miktar, işlev, tür, renk
olarak ve diğer açılardan tek bir güzellik içinde ahenkleşiyorlarsa
(corresponderanno), o zaman birbirlerine de uyacak lardır.”

Alberti’nin tilmizleri (ki, bunların en ünlüleri arasında Leonardo ve
Dürer de vardır) tarafından sonsuza dek tekrarlanan bu öğreti,
gerçekliğe uygunluk yolundaki eski önermenin karşısına estetik seçmeyi
ve —en azından “miktar ahengi” yani orantı söz konusu olduğunda—
matematik rasyonalizasyonu koyuyordu.

0 halde, bütün bu on beşinci yüzyıl
kaynaklarında, o zamana dek “gerçek liğin sadık bir taklidi” anlayışına
hapsedilmiş olan resmin işlevinin, “biçimm rasyonel olarak düzenlenmesi”
anlayışına uzandığını görüyoruz: Bu rasyonel düzenleme de, sırn
“eskilerin” kaybolup gitmiş “öğretisi”nden çıkarılan o “tam orantılar”ın
egemenliği altına girmiştir. Aynı tarihlerde, o zamana ka dar yapı
malzemesinin amaca uygun biçimde bir araya getirilmesi anlayışına
hapsedilmiş bulunan mimari işlev de doğanın yeniden yaratıcı bir şekilde
taklidi anlayışına uzanmıştı: Bu yeniden yaratıcı biçimdeki taklit ise,
yine aynı “tam orantılar”m egemenliği altındaydı tabii.

(...) Klasik bir tapınakta —ve dolayısıyla— bir Rönesans kilisesinde,
sütunlarm kaideleri, gövdeleri ve başlıkları, üç aşağı beş yukan, normal
bir insanın ayakları, gövdesi ve başı arasındaki ilişkiye uygun olarak
oranlanmıştır. Işte mimari oranlarla insani oranlar arasında böyle bir
paralelliğin olmayışıdır ki, Rönesans kuramcılarının Ortaçağ mimarisini
“hiç orantıya sahip olmamak”la suçlamalarına yol açmıştır. (...) Ortaçağ
mimarisi Hıristiyan teslimiyetini vazederken, klasik mimari ile
Rönesans mimarisi insan onurunu ilan eder.



Bütün bunlardan çıkan sonuç şudur: “Rönesans insanı, sanatın ve kültü
rün canlandırılması ve yeniden doğuşu ile övündüğünde, bu canlanışı ya
da yeniden doğuşu külturu n bir kültür olarak kendiliğinden yeniden su
yüzüne çıkışı olarak mı görüyordu (baharda doğanın uyanışı gibi), yoksa
özellikle kla *** kültüre yeniden hayat verilişi olarak mı?” şeklindeki
eski soru, tarihsel ve sistematik sınıflandırmalar yapılmaksızın
cevaplandırılamaz.

1523 yılında “Wiederervachsung” kavramını tartışan Dürer
için “sanatın canlandırılması” ve “klasik sanatın canlandırilması”
arasındaki fark, bir alternatif olmaktan çıkmıştı. Aynı şey, yeni bir
tarihsel ve sistematik anlayış düzeyinde, o büyük koordinatör —ya da
isterseniz, bağdaştırıcı— Giorgio Vasari için de geçerlidir.

Güzel sanatların üçü arasındaki kan bağını “tek bir babanın: Design’ın
üç kızı” diyerek ilk kez açıkça ortaya koyan, kendisinden önce
gelenlerin hepsi mimariyi, heykeli ve resmi ayrı ayrı incelemelerde ele
almış ya da almaya kalkışmışken, bu üç güzel sanatı ilk kez tek bir
ciltte ele alan ve barbarların vahşeti ile “yeni Hıristiyan dininin
aşırı coşku ve hevesini” birbiriyle bağlantısız iki felaket olarak almak
yerine bir facianın birleşik sebepleri olarak ilk kez ortaya koyan
Vasari, “sanatın yeniden doğuşu”nu da bütünsel bir olay olarak gördü ve
kolektif bir isimle: “Larinascita” diye vaftiz etti. 1550 yılının
manzaraya hakim tepesinden geriye bakıp “bu yeniden doğuşun
ilerleyişi”ni (il progresso deha sua rinascita), üç evrede (eta) açılan
bir evrim olarak gördü: Evrimlerin her biri insan hayatındaki bir evreye
tekabül ediyor, yine her biri, kabaca, her yeni yüz yılın başında
başlıyordu. Çocukluk çağı ile kıyaslanabilecek olan ilk evreyi, re-simde
Cimabue ve Giotto, mimaride Arnolfo di Cambio, heykelde de Pisani
başlatmıştı; ergenlik çağına benzetilebilecek olan ikinci evreye
mühürlerini yu ranlar Masaccio, Brunehleschi ve Donatello idi;
erişkinlikle kıyaslanabilecek olan üçüncü evreyse Leonardo da Vinci ile
başlamış ve “uomo universale”nin tam bir modeli olan Michelangelo’da
doruğuna ulaşmıştı. Vasari, böylelikle Hayatlar’ını üç bölüme ayırıyor,
hem bu üçlemenin genel önsözünde (Proemio delle Vite) hem de her bölümün
başına ayrı ayrı yerleştirdiği önsözlerde bütün “rinascita”nın
evrelerini betimlemeye çalışıyordu.
On dördüncü yüzyıldan on
altıncı yüzyıla ve Avrupa’nın bir başından öbür başma kadar Rönesans
insanı, içinde yaşadığı dönemin “yeni bir çağ” olduğuna kaniydi: Ortaçağ
nasıl klasik antikiteden ayrılıyorsa bu da Ortaçağ’dan aynı keskinlikte
bir ayrımla ayrılan ve antikitenin kültürünü canlandırma yolunda uyumlu
bir çaba ile belirlenen bir çağdı. Tek mesele, Rönesans insanının haklı
olup olmadığı idi...

Rönesans insanının, sanat ve edebiyattaki yeni çiçeklenmeyi yalnızca bir
“renovatio” olarak betimlemek yerine yeniden doğuş, aydınlanma ve
uyanış gibi dinsel teşbihlere başvurmasının temel nedeni şu olsa gerek:
Yaşadığı yenilenme duygusu öylesine köklü ve yoğun olmalıydı ki, bunu
Kitabı Mukaddes’inkinden başka bir dilde ifade etmesi ona olanaksız
gözükmüştü her halde.

Böylece, Rönesans’ın kendisinin farkında oluşu, bunun bir çeşit kendini
aldatma olduğu gösterilebilse dahi, objektif ve belirgin bir “yenilik”
olarak kabul edilebilirdi yine de. Ancak durum bu değildir. Şunu kabul
etmek gerekir ki Rönesans, tıpkı ana babasına isyan eden ve
büyükannesiyle büyükbabasından destek arayan bir genç gibi, atalarına,
yani Ortaçağ’a olan borcunu yadsımak ya da unutmak eğilimindeydi. Bu
borcun miktarının hesaplanması tarihçinin boynuna borçtur. Bu hesap
çıkarıldıktan sonra ise savunma tarafının yine de bilançoda karlı
gözüktüğü kanısındayım; aslına bakılırsa, açıklanmamış borçlarından bir
kısmının, talep edilmeyen alacaklarıyla ödendiği de görülür...

Edebiyat araştırmacısı, Petrarca’nın, “Helicon Dağı’nın sularını eski
berraklıklarına kavuşturmanın” yanı sıra sözlü ifade ve bu anlamda
estetik duyarlık alanında yeni standartlar koyduğunu yadsımayacaktır...

Aynı şekilde, sanat tarihçisi de; Filippo Villani’nin taslağını çizdiği,
Vasari’nin de tamamladığı resimde hangi ayrıntıları değiştirme gereğini
duyarsa duysun, görünür dünyayı çizgi ve renkler aracılığıyla yansıtma
konusunda Ortaçağ’da geçerli ilkelerden ilk radikal kopuşun, on üçüncü
yüzyıl sonunda İtalya’da gerçekleştirildiği temel olgusunu; resimden çok
heykel dalında başlayan ve klasik antikiteye karşı çok yoğun bir ilgiyi
içeren ikinci bir temel değişikliğin on beşinci yüzyıl başında
başladığını; ve üç sanatı nihayet eşzamanh hale getiren, doğalcı görüş
ile klasikçi görüş arasındaki ikiliği geçici olarak ortadan kaldıran ve
bütün gelişmenin doruk noktasını oluşturan üçüncü bir evrenin de on
altıncı yüzyıla girilirken başladığını kabul etmek zorunda kalacaktır.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek


avatar


Kayıt tarihi : 01/01/70
Aktiflik :
Rönesans (Renaissance) Dönemi Left_bar_bleue998 / 999998 / 999Rönesans (Renaissance) Dönemi Right_bar_bleue

Deneyim :
Rönesans (Renaissance) Dönemi Left_bar_bleue998 / 999998 / 999Rönesans (Renaissance) Dönemi Right_bar_bleue

Saygınlık :
Rönesans (Renaissance) Dönemi Left_bar_bleue998 / 999998 / 999Rönesans (Renaissance) Dönemi Right_bar_bleue

Seviye :
Rönesans (Renaissance) Dönemi Left_bar_bleue100 / 100100 / 100Rönesans (Renaissance) Dönemi Right_bar_bleue


Rönesans (Renaissance) Dönemi Empty
MesajKonu: Geri: Rönesans (Renaissance) Dönemi   Rönesans (Renaissance) Dönemi EmptyPaz Mart 28, 2010 10:54 am

Avrupa’da XV ve XVI.
Yüzyılda yaşanan rönesans hareketinin düşüncesine, bu dönemin felsefe
anlayışı.

DÖNEMİN GENEL ÖZELLİKLERİ

Rönesans felsefesine
damgasını vuran akım, hiç kuşku yok ki, hümanizm olmuştur. Bu dönem
felsefesi, insan merkezli bir felsefedir.

Rönesansın, insanüstü
olana ya da yalnızca doğal olana karşı, insani boyutu ön plana çıkartan
felsefesi, doğal olarak, insan bilgisiyle ilgili problemleri göz ardı
ettiği ve mutlak bir gerçekliğin mutlak bir bilgisine sahip olma
varsayımının, insanın aktüel bilgisine hiçbir katkı sağlamadığı
düşünülen mutlakçılığa; insanın bilişsel faaliyetlerdeki etkinliğini
gözden kaçırdığına, ve bütün bir doğayı, doğanın daha aşağı parçaları
aracılığıyla tanımladığına inanılan doğalcılığa, kısacası geçmişin
metafiziğiyle doğa bilimlerini belirleyen insansızlaştırma ve
kişiliksizleştirme sürecine karşı tavır almıştır.

Rönesans felsefesi,
epistemoloji ve mantık alanında ise, bilmenin psikolojik yönlerini ve
arzu, istek, duygu, amaç ve yönelimlerle kişiliğin düşünce süreçleri
üzerindeki etkisini dikkate almayan rasyonalist bir bilgi anlayışına ve
klasik mantığa karşı çıkmış ve pozitif, empirist bir bilgi anlayışı ve
yeni bir mantık geliştirmiştir. Bu dönemde, a priori felsefelerin
zorunlu düşünce doğruları, insanın bilgiye ulaşma sürecindeki somut
başarılarıyla doğrulanan postülalara dönmüştür. Zorunlu doğru düşüncesi
ortadan kalkarken, doğruluk insan düşüncesinin bilgilenme sürecindeki
başarısına işaret eden arzu edilir bir değer olup çıkmıştır.

Rönesans felsefesinde
teori ve pratik arasındaki mutlak antitez yok olup giderken, doğruluk ve
yanlışlık mutlak olmayıp, bilginin sonu gelmeyen ilerlemesine bağlı ve
göreli olan değerler olarak anlaşılmıştır.

Bilgi teorisi bakımından
empirist bir bakış açısı sergileyen Rönesans felsefesinde, insan zihni,
yalnızca dış dünyadan gelen izlenimlerin pasif bir alıcısı olarak
görülmemiş, zihnin etkinliğini vurgulayan aktivizm, iradecilik,
personalizm ve bireycilikle birleşmiştir.



KISACA;




•bireyselliğin


•yaşanan dünyaya
önem vermenin

•demokrasinin

•bilimin

•din yerine aklı
öne almanın yeniden canlandırılmasıdır

AYRICA
ORTAÇAĞ'IN



•dindarlığına

•metafiziğine

•bireyselliği yok
etmeyi amaçlayan Hristiyan ahlakına ve

•felsefesine
tepkidir
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
 
Rönesans (Renaissance) Dönemi
Sayfa başına dön 
1 sayfadaki 1 sayfası
 Similar topics
-
» SİLİVRİSPOR’DA 2.KURT DÖNEMİ
» ERGENLİK DöNEMİ RUHSAL öZELLİKLERİ
» Destan Dönemi Türk Edebiyatı
» destan dönemi millet kavramları arasında nasıl 1 ilişki vardır?

Bu forumun müsaadesi var:Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz
BZMFRM,Oyun Arşivi,Program Arşivi,Online Oyunlar,Knight,Metin2,CS,Ödev Arşivi,Online,Slayt,İndir :: Genel Bilgiler :: Dünya Kültürleri-
Buraya geçin: